« Yanıtla #1 : 10 Ekim 2014, 19:36:08 »

Işçiler, köylüler, emekçiler! Tüm yurtseverler, sözüm sizedir. Hep bildiğiniz gibi can güvenliğinin ülkenin bir numaralı meselesi haline getirildi. Can güvenliği, yaşama hakkı elbette bir insanın en başta gelen temel hakkıdır. Bir hükümet can güvenliğini sağlayamıyorsa, bu kendi başına o hükümeti mahkum etmeye yeter. Ama neden silahlı saldırılar, cinayetler oluyor, neden bunlar önlenmiyor? Bu sorunun cevabını aramak, meselenin köküne inmek gerekir.
Oysa her biri tek başına iktidara aday olduğunu söyleyen Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi, bu işaret ettiğimiz, meselenin köküne inme işine hiç yanaşmadan, birbirlerini karşılıklı suçlayarak, saldırı ve cinayetleri seçim kampanyalarında oy toplama aracı olarak kullanıyorlar. Her ikisi de seçim kampanyalarını cinayetler üzerine oturttular. “Oyları bana verin, tek başıma iktidara geleyim, ülke güllük güIistanlık olur” diyorlar.
Kardeşler! bilelim ki, mesele sadece bir oy meselesi değildir. Bu kahredici olaylar bugünkü toplum düzeninden, emperyalizme bağımlı bu geri kapitalist düzenden kaynaklanıyor. Bu düzen emperyalizmin büyük tekellerinin, yerli büyük sermaye sınıflarının, büyük patronların, tüccarların, büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına işliyor. Onlar kârlarına kârlar ekleyip zenginliklerini artırıyorlar. On yıl önce en yoksulla en zengin arasındaki gelir farkı 1’e 20 bin iken, şimdi 1’e 30 bin olmuştur. İşçi, köylü, emekçi, dar gelirli yığınlar ise, havai fişekler gibi yükselen fiyatları, hayat pahalılığı, işsizlik, yarınından güvensizlik, yeni kuşakların eğitimi gibi sorunların ve daha binbir sıkıntının yükü altında bunalmış durumda. Seçimlerden sonra durumun daha da kötüleşeceği şimdiden belli. Seçim öncesinde oy toplama kaygısıyla yapılmamış bir takım zamlar, örneğin, devlet fabrikalarının ürettiği mallara ve petrole zamlar yapılması kaçınılmazdır. Büyük bir devalüasyon da geliyor. Türk parasının değeri düşürülecektir. Hem yabancı dış kuruluşlar, hem de yerli büyük sermaye bunu istiyor. Zamlar ve paranın değerinin düşürülmesi demek, tüm fiyatların daha da hızlı yükselmesi, halk kitlelerinin geçim sıkıntısının daha da şiddetlenmesi demektir.
Bu durumu geniş halk kitleleri elbette gönül rızasıyla kabul edemezler; etmiyorlar ve etmeyeceklerdir. İşçi, köylü, kol ve kafa emekçisi kitleler gün günden bilinçleniyorlar, direniyorlar ve mücadele ediyorlar, tüm demokratik özgürlüklerini canları pahasına kullanarak. Sömürü düzeninin sürdürülmesi, sermaye sınıflarının çıkarlarının korunabilmesi için kitlelerin bu direnç ve mücadelesinin kırılması gerek. Bunun için, silahlı saldırılar ve cinayetler, bunun için demokratik halk ve özgürlüklerin kısıtlanması, serbestçe kullandırılmaması…
On milyonların yoksulluğu sayesinde varlıklarına varlık, kârlarına kâr katabilenler; çalışanların pahalılık, işsizlik yükü altında ezilmesinden çıkarı olanlar bu durumun böyle sürüp gitmesini istedikleri için sokaklarda, meydanlarda cinayetler işlenmektedir. İşçilerin, emekçilerin, yurtseverlerin daha bilinçli, daha örgütlü, daha güçlü hale gelmemesi için demokratik kuruluşlara karşı baskı ve terör uygulanmaktadır. İşçileri, emekçileri tek bir bütün, sömürücülüğe ve emperyalizme karşı tek bir yumruk olmaktan alıkoymak için İrkçı, şoven milliyetçi, baskıcı bir politika izlenmektedir.
Tüm emekçi kitleler; demokratik, ilerici, yurtsever güçler baskı altına alınmak, sindirilmek, susturulmak istenmektedir. Seçimlere ilişkin olarak da, halka korku salmak, korku salarak oy toplayabilmektir amaçları.
Kardeşlerim, bu duruma, seçimler kendi başına bir çözüm değildir. Seçimler tek başına ne saldırıları durdurur, ne de diğer sorunları çözer. Yabancı ve yerli tekellerin, büyük sermayenin, büyük toprak sahiplerinin ekonomik gücünü kıracak köklü dönüşümlerin yapılması gerekir, bunlar yapılmadıkça baskı, saldırı ve cinayetler de, pahalılık, işsizlik, yoksulluk ve diğer toplumsal belâlar da sürüp gider.
Bu dönüşümlerin yapılmasını Adalet Partisinden beklemeyiz. Sermayenin has partisidir o. Bu düzen AP’nin temsil ettiği büyük sermaye sınıflarına yaradığı kadar, Demirel’in kendisine, kardeşlerine, yeğenlerine, diğer yakınlarına da yarıyor. Adalet Partisi bugünkü düzen ve gidişatla 2000 yılında “büyük Türkiye” yaratma sevdasında. Bu ham hayalle kitlelerini oyalama çabasında. Bu düzen ve gidişle sermaye sınıflarının varlıkları büyüyebilir ama, “büyük Türkiye” filan gerçekleşmez. Demirel ve AP’si Türkiye’yi şimdiden tam iflasa getirdi dayadı.
Milliyetçi Cephe koalisyonunun ikinci büyük ortağı Milli Selamat Partisi’nin sözde “selâmet yolu” da geçit vermez bir yoldur. MSP de büyük sermaye ile, para babalarıyla işIi dışIıdır. Milli Selâmet Partisi elinde tuttuğu önemli bakanlıkları bu içli dışlılığı geliştirmek yönünde kullanmıştır. Traktör, çimento, demir-çelik karaborsasından MSP sorumludur. Bu karaborsalar hem büyük sermaye kesimlerine, hem MSP yöneticilerine yaramıştır; onları Türkiye’nin büyük zenginleri haline getirmiştir.
“Büyük Sanayi Hamlesi” “her ile bir fabrika” vaadleri ve iki karışlık çukurlara iki kürek harç koyup temel atma merasimleri de seçim öncesi oy avcılığı çabalarından başka bir şey değildir.
Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi kitlelerin sosyalizme yönelmesini önleyebilmek için, kapitalizme de karşıyız diyorlar ve onları yani kitleleri yeni bir düzen diye sundukları “milliyetçi-toplumcu” yola çekmeye çalışmaktadır. Milliyetçi toplumculuk, bütün dünyanın billdiği gibi, faşizmin ikinci adıdır. Hitler de milliyetçi toplumcuydu. Bugün Türkeş’in MHP’si emperya-lizmin işbirlikçisi büyük sermayenin ve onun partisi olan Adalet Partisi’nin vurucu gücüdür; baskıların, kanlı saldırıların, cinayetlerin ilk elden sorumlusudur. Büyük sermaye, egemenliğini ve gücünü sürdürebilmek için MHP’ye, komandolarına, ülkücülerine ve benzerlerine her zaman ihtiyaç duyacak ve onları kullanacaktır.
Düzen değişikliği isteyen Cumhuriyet Halk Partisidir. Ama onun “düzen değişikliği” diye önerdiklerinin hiç birisi kapitalist düzenin çerçevesi dışına çıkmıyor; sermaye sınıflarının ekonomik güç kaynaklarına dokunmuyor.
Oysa büyük sermayenin tekelci şirketleri, dış ticaret, bankalar ve sigortalar emekçi halk yararına devletleştirilmeden; büyük sermayenin ülke ekonomisini ve politikasını kontrol eden gücü kırılamaz; Halk Partisi’nin çok karşı çıkar göründüğü, aracıların vurguncu karları, istifçilik, karaborsacılık önlenemez; kredilerin kooperatiflere, küçük ve orta üreticilere yönlendirilmesi sağlanamaz.
Kalkınmanın köyden başlayacağını durmadan vurgulayan Halk Partisi programının toprak reformuna ilişkin bölümünde, ancak “toprağı kendileri işlemeyenlerin” topraklarının kamulaştırıIıp dağıtılmasını temel ilke kabul ediyor. Bu demektir ki, binlerce dönümlük toprakları üzerinde büyük tarımsal işletmecilik yapan çiftlik sahiplerinin toprakları kamulaştırılmayacak, topraksız köylüye dağıtılmayacak. Kısacası, CHP’nin kavIince büyük sermayenin ekonomik gücüne dokunmaksızın “halk kesimi”, “köykentler” gibi hayali tasarılarla “emekten yana hakça bir düzen” oluşturulacak, “halk iktidarı” gerçekleştirilecekmiş. Bu mümkün değil. Dünyada bunun bir örneği yoktur. CHP’nin önerileri, hem kurttan, hem kuzudan yana olma politikasıdır. Olunamaz. Ya biri, ya öteki.
Işçi emekçi kardeşlerim, düzen değişikliği gerçekten zorunludur. Ama gerçek düzen değişikliği kapitalizmden sosyalizme geçiştir. Ve sosyalizm bir hayal değildir. Bugün dünya nüfusunun üçte birinden fazlası sosyalist toplum düzenlerinde yaşamaktadırlar. Sosyalizme geçişin, sosyalizmi kurmanın ve geliştirmenin çeşitli aşamalarındadırlar. Her ülkede sosyalizm, o ülkenin şartlarına göre ulusal biçimler alarak, ama sosyalist özünü koruyarak gerçekleşmektedir. Ancak sosyalist düzende tüm işçiler, köylüler, kol ve kafa emekçileri sömürüden, yoksulluktan, adaletsizliklerden kurtulabilmekte, özgür ve eşit şartlarda refahlı, yarınından güvenli bir yaşama kavuşabilmekte, tüm eğitim imkanlarından yararlanarak bilgili, yüksek kültürlü ve düzeye erişebilmektedirler. Ancak sosyalist düzende çeşitli din ve mezhep toplulukları, ulusal topluluklar ve uluslar özgür ve eşit şartlarda kardeşçe bir arada yaşayabilmektedirler. Ve ancak tüm ülkeler sosyalist düzene geçtiğindedir ki, dünya barışı sağlam temellere oturacak, savaşlar insanlık tarihinden silinecektir.
Milliyetçi cephe partilerinin körüklediği ve CHP’nin de katıldığı komünizm düşmanlığı ticareti, aslında, sosyalist düzenin bu gerçek yüzünü kitlelerden saklayabilmek içindir. Onları sosyalizmi amaçlayan gerçek düzen değişikliği isteğinden geri tutmak ve bir korku havası yaratarak seçimlerde oy toplayabilmek içindir. Ama bu gayretleri boşunadır, tarihin sosyalizme doğru akışını hiçbir güç durduramaz.
Türkiye dünyanın kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci içindedir. İşçi sınıfımızın bağımsız partisi olan Türkiye İşçi Partisi Türkiye’de bu geçişi gerçekleştirme mücadelesi vermektedir.
Değerli kardeşlerim!
Şimdi seçim dönemindeyiz. Sermaye partileri seçmen kitlesinin artık eskisi gibi gözü kapalı kendilerine oy vermediklerini görüyorlar. Oy toplayabilmek için sermaye partilerinin hepsi işçiden, köylüden, emekçiden yana görünme çabasında ve bol vaadlerde bulunma yarışındadırlar.
Oysa şimdi halka bol bol vaadlerde bulunan bu partilerin hepsi yakındıkları bugünkü durumdan sorumludurlar, çünkü geçmişte bu partilerin hepsi, ya parti olarak, ya da o zamanın bir partisinde yeralan politikacılar olarak iktidar sorumluluğunu taşımışlardır. AP’si, CHP’si, MSP’si ve diğerlerinin hepsi iktidarda oldular ve iktidarı paylaştılar. Bugünkü durum, birdenbire ortaya çıkmamıştır; geçmişte yapılanların, geçmişte izlenen politikaların sonucudur. Dün bugünü doğurmuştur. Şimdi ne yakınıyorlar? Şimdi vaad ettiklerini niçin o zaman yapmadılar?
Yalnızca sosyalistler, Türkiye İşçi Partililer dün de, bugün de oldum olası, sömürücü kapitalist düzene karşı çıkmışlar, yılmadan, yalpalamadan, kaytarmadan, işçinin, köylünün emekçinin hak ve çıkarlarını; ulusal bağım-sızlığı ve demokratik özgürlükleri savunmuşlardır. Demirel bunu itiraf etmek durumunda kalmıştır. CHP ile TIP’i kıyaslayan bir demecinde TIP’liler için, “Onlar 30-35 senedir aynı şeyleri söylerler, hapse girer çıkarlar yine aynı şeyleri söylerler” demiştir. Evet, biz sosyalistler, Türkiye İşçi Partililer, gün gelir hapse tıkılırız, işten atılırız, coplanır, kurşunlanırız ama halkı ezen bu sömürü düzenine karşı çıkmaktan, sosyalizm davasını savunmaktan, bu uğurda mücadele vermekten geri durmayız.
Yalnızca Türkiye İşçi Partisi, göğsünü gere gere, dobra dobra, “Ben işçi sınıfının partisiyim” diyor; başka hiç bir parti bunu demiyor. Yalnızca Türkiye İşçi Partisi, yoksul köylülerin, köylü kentli küçük üreticilerin, kol ve kafa emekçilerinle işçi sınıfıyla birlik olmasından, dayanışmasından; elbirliği ile sömürüden kurtulabileceklerinden söz ediyor ve bunu gerçekleştirmek uğruna mücadele veriyor. Başka hiç bir parti bunu yapmıyor.
Bir de partilerin iç payIarına bakalım. Partiler insanlardan oluşur. Türkiye İşçi Partisi kimlerden oluşuyor, öteki partiler kimlerden?
Türkiye İşçi Partisinin üyelerinin ve yöneticilerinin yarısı işçi, diğer yarısı da köy ve kent emekçisi, kol ve kafasıyla çalışanlar. Türkiye İşçi Partisinde büyük patron, büyük toprak ağası veya onların adamları olan kimse yok. Öbür partilerde ise durum tam tersi.
Milletvekili adaylarının da durumu aynı. Partimizin milletvekili adaylarından % 44’ü işçi, geri kalanı da köyden, kentten kol ve kafa emekçisi. Milletvekili adayları içinde büyük patron, tüccar, ağa veya onların hısımları, adamları yok. Öbür partilerde ise sadece bunlar var ve de bir iki sendika ağası. Her biri onbinlerce lira ödeyerek o partilerin adayları olabildiler. Milletvekili adaylığı bir ticaret haline getirildi.
Bir an için düşünmek gerek: Patronların, tüccarların, ağaların, zenginlerin veya onların yakınlarının, adamlarının içinde yer aldığı, milletvekili olduğu partiler, neler vaad ederlerse etsinler, gerçekten işçinin, köylünün, emekçinin; dar gelirlinin ve yoksulun hak ve çıkarlarından yana işler yapabilirler mi, onlardan yana bir politika izleyebilirler mi? Hiç insan bindiği dalı kendi keser mi?
5 Haziranda seçim var. Bu seçimde Türkiye İşçi Partisi mutlaka Millet Meclisine girecektir. İşçilerin, köylülerin, emekçilerin, sosyalistlerin, ilericilerin ve gerçekten demokrasi yanlısı olanların oyları, Türkiye İşçi Partisi’ne Meclis’in kapılarını açacaktır.
Türkiye İşçi Partisi henüz iktidara aday değildir. Ama bundan ötürü “oyum boşa gitmesin”, “oylar bölünmesin” diye düşünüp başka bir partiye oy vermek temelden yanlış olur. Böyle yanlış bir düşünce ve davranışı yayma propagandası yapılıyor. Oysa, seçimler kendi başına bir çözüm değildir. Seçimlerde düğüm noktası, seçim sonucunda işçi, emekçi halk kitlelerinin Meclis’te gerçekten temsil edilip edilmeyeceğidir. Meclis’te işçi, köylü, emekçi kitleler; ilerici, yurtsever, demokratik güçler işçi sınıfının bağımsız partisi aracılığıyla temsil olunmazlarsa; sermaye sınıflarının çeşitli partileri karşısına işçi, emekçi sınıf ve tabakaların partisi dikilmezse, Meclis çalışmaları sermaye partilerinin karşılıklı çekişmelerine ve pazarlıklarına terk edilmiş olur. Ve sermaye partileri seçimden önce yaptıkları vaadleri kolayca unutma, savsaklarna yoluna girerler. Bu durumu önleyebilmek, oluşacak iktidarı ve muhalefeti, demokratik özgürlükler, tam bağımsızlık, işçi ve emekçi kitlelerin hak ve çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek, için Türkiye İşçi Partisi Millet Meclisine girmelidir ve girecektir. Türkiye İşçi Partisi, burjuva partilerinin büyük sermayeden yana, emekçi halk kitlelerine karşı izledikleri politikayı, önerdikleri ve giriştikleri işleri; emperyalizme verdikleri tavizleri gözler önüne sergilemek için Meclis’e girecektir. Türkiye İşçi Partisi, işçiler, köylüler, tüm emekçiler yararına teklifler getirmek ve bunun mücadelesini vermek için Meclis’e girecektir. Türkiye İşçi Partisi, bağım-sızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini parlamento içinde de sürdürmek ve böylece mücadeleyi bu yanıyla da güçlendirmek için Meclis’e girecektir.
İşçiler, köylüler, emekçiler İşçi Yurtseverler oylarınızı bu anlayış ve bu bilinç içinde vereceğinize inanıyorum.
Selam hepinize! Çark Başak’a selam!
Selam dünyanın ve Türkiye’nin aydınlık geleceğine!
Behice BORAN
Genel Başkan
24 Mayıs 1977 Saat: 20:00-20:20
« Son Düzenleme: 09 Ekim 2015, 21:25:27 Gönderen: Solplatform5 »

Kayıtlı
Ne yeraltında; ne yeryüzünün doruklarında kendine yer bulamayan rengarenk bir kelebek süzülüyor odama. Gelip kırmızı bir karanfilin üstüne konuyor. Direnç aşılıyor, umudu, geleceği müjdeliyor, düşlerin gerçek olacağı günleri… Gelip tam yüreğimin üstüne konuyor.